Zeynep
New member
“İskele Babası”: Rüzgârın, Tuzun ve İnsanların Hikâyesi
Geçen yaz Karadeniz’in bir balıkçı kasabasında, sabahın ilk ışıklarında otururken yan masadaki yaşlı bir adam bana döndü ve “Sen hiç iskele babasına baktın mı?” diye sordu. Önce anlamadım. İskele babası... bir deniz terimi olduğunu sandım. Gülümsedi, piposunu yaktı ve ekledi: “Herkes iskeleye bakar ama kimse babasına bakmaz.” O günden sonra bu sözün peşine düştüm. Şimdi o hikâyeyi sizinle paylaşmak istiyorum; hem bir merakın, hem de bir öğrenmenin hikâyesi bu.
Kasabanın Sessiz Tanığı: İskele Babası
Kasabanın merkezinde küçük bir liman vardı. Rıhtımın ucunda, yosun tutmuş, deniz kabuklarıyla süslenmiş metal bir sütun yükseliyordu. Balıkçılar ona “İskele Babası” diyordu.
Denizcilikte “iskele babası”, gemilerin bağlandığı güçlü demir kütleye verilen addır. Ama bu kasabada o terim, yalnızca teknik bir anlam taşımıyordu; aynı zamanda bir saygı ifadesiydi. Çünkü orada, herkes bilir: iskele babası, hem limanın koruyucusu hem de insanların hafızasıdır.
Kimi zaman dalgaların ağırlığını taşır, kimi zaman balıkçıların umudunu. Herkes ona bir şey emanet ederdi — kimisi halatını, kimisi dileğini.
Kaptan Cemil ve Deniz’in Dili
Hikâyemizin merkezinde iki karakter vardı: Kaptan Cemil ve eşi Ayşe. Cemil, kasabanın en deneyimli denizcisiydi. Sert görünüşlü, ama denizin her sesini anlayan bir adamdı. Ayşe ise sakin, dikkatli ve denizden çok insanları dinlemeyi bilen bir kadındı.
Cemil için iskele babası bir strateji simgesiydi. “Gemiyi bağladığın yer sağlam olmalı,” derdi. “Doğru yere bağlamazsan fırtınada her şey savrulur.” Onun dünyasında deniz, planlama ve denge gerektirirdi.
Ayşe içinse iskele babası, “dönüşün garantisiydi”. Her sabah Cemil’i uğurlarken o demire dokunur, içinden “Sağ salim dönsün” diye geçirirdi. O, iskele babasına sadece bir demir parçası olarak değil, bir dua noktası olarak bakardı.
Fırtına Gecesi ve Kaybolan Halat
Bir gece ansızın çıkan büyük bir fırtına, kasabanın bütün dengelerini altüst etti. Rüzgâr iskeleyi döverken, dalgalar babanın üzerine çarpıyor, her vuruşta deniz tuzu havada yanıyordu.
Cemil’in teknesi denizin ortasında savruluyordu. O sırada Ayşe, evin penceresinden limana bakıyor, dua ediyordu. Gözleri iskele babasındaydı. Halat kopmuş, tekne bağsız kalmıştı.
Sabaha karşı fırtına dindiğinde, kasaba halkı limana koştu. Cemil’in teknesi sürüklenmişti ama mucizevi şekilde, başka bir tekneye çarpıp durmuştu. O an herkes “Allah korudu” dedi ama Ayşe sadece sessizce iskele babasına baktı. Demir yerinden kopmuş, denizin içine gömülmüştü.
Yeni İskele Babası: Dayanıklılığın Sembolü
Kasaba o olaydan sonra yeni bir iskele babası yaptırmaya karar verdi. Bu defa daha güçlü, daha kalın, paslanmaz çelikten. Cemil, inşaatı bizzat yönetti. Her santimini ölçtü, her civatayı kontrol etti. Onun için bu, sadece bir yapı değil; bir strateji sınavıydı.
Ayşe ise yeni babanın dibine bir deniz kabuğu gömdü. “Eski babanın ruhu burada kalsın,” dedi. Bu küçük hareket, kasaba kadınlarının arasında bir gelenek başlattı: Her biri babanın altına bir dua, bir dilek veya bir hatıra koydu.
Erkekler gücü, kadınlar bağı temsil ediyordu; biri inşa ediyor, diğeri anlam veriyordu.
Toplumsal Bellek: Bir Nesilden Diğerine
Yıllar geçti. Liman büyüdü, tekneler değişti, insanlar göç etti. Ama “İskele Babası” hep orada kaldı. Her gelen kuşak, o demire kendi hikâyesini bağladı.
Bir gün genç bir mühendis, kasabaya yeni bir rıhtım yapmak için geldiğinde, eski babayı kaldırmak istedi. “Artık paslanmış, işlevini yitirmiş,” dedi.
O anda kasabanın yaşlı kadınlarından biri öne çıktı: “O demir, bizim hafızamız,” dedi. “İşlevini değil, hikâyesini ölç.”
Bu söz, forumda okuduğum birçok tartışmayı hatırlattı bana. Tarih, bazen bir taşın, bir demirin içinde saklanır. Onu kaldırmak, yalnızca geçmişi değil, insanların birbiriyle kurduğu bağı da sökmektir.
Erkeklerin ve Kadınların Bakışı: Farklı Yollar, Aynı Kıyı
Kaptan Cemil’in torunu bugün hâlâ aynı limanda çalışıyor. “Dedem denizi akılla, ninem kalple dinlerdi,” diyor.
Bu cümle, konunun özünü anlatıyor: Erkeklerin çözüm odaklı, stratejik düşünme biçimiyle; kadınların empatik, duygusal ve ilişki merkezli yaklaşımı birbirini tamamlıyor. İskele babası bu iki dünyanın kesişim noktası.
Belki de hayatın her alanında böyle: biri sağlam bağ kurmayı, diğeri o bağın anlamını hatırlatmayı biliyor.
Kültürel Yansıma: Denizden Gelen Öğüt
“İskele babası” ifadesi Türk deniz kültüründe sadece teknik bir kavram değil; sabır, direnç ve dönüşü temsil eden bir semboldür. Antik dönemden bugüne kadar denizci topluluklarda “bağlama noktası” her zaman kutsal kabul edilmiştir. Antik Yunan’da Poseidon’a, Osmanlı’da ise Hızır’a adanmış bu noktalar, insanların doğayla kurduğu dengenin sessiz tanıklarıdır.
Bugün bile birçok balıkçı limanında, iskele babasının üzerine nazarlık, dua yazısı ya da bir çocuk bezi parçası asılır. Bu, bilimin değil, inancın diliyle yazılmış bir koruma ritüelidir.
Son Söz: Bağ Kurmak, Koparmaktan Zordur
“İskele Babası” bir demir parçası değildir; insanların, doğayla ve birbirleriyle kurduğu görünmez bağın sembolüdür.
Bir gemi oraya bağlanmadan güvenle kalamaz. Bir insan da köklerine tutunmadan var olamaz.
Kaptan Cemil’in torunu her sabah işe giderken hâlâ o demire dokunur. “Bu bana dedemi hatırlatıyor,” der. Belki farkında değildir ama aslında hepimize bir şeyi hatırlatıyor:
Bağ kurmak, tamir etmekten daha değerlidir.
Kaynak olarak Türk Denizcilik Tarihi Arşivi (2022), Karadeniz Kültür Derlemeleri, ve Sözlü Tarih Görüşmeleri kullanılmıştır. Bu hikâye, hem yerel gözlemlerden hem de Anadolu’nun deniz geleneklerinden ilham alınarak kurgulanmıştır.
Geçen yaz Karadeniz’in bir balıkçı kasabasında, sabahın ilk ışıklarında otururken yan masadaki yaşlı bir adam bana döndü ve “Sen hiç iskele babasına baktın mı?” diye sordu. Önce anlamadım. İskele babası... bir deniz terimi olduğunu sandım. Gülümsedi, piposunu yaktı ve ekledi: “Herkes iskeleye bakar ama kimse babasına bakmaz.” O günden sonra bu sözün peşine düştüm. Şimdi o hikâyeyi sizinle paylaşmak istiyorum; hem bir merakın, hem de bir öğrenmenin hikâyesi bu.
Kasabanın Sessiz Tanığı: İskele Babası
Kasabanın merkezinde küçük bir liman vardı. Rıhtımın ucunda, yosun tutmuş, deniz kabuklarıyla süslenmiş metal bir sütun yükseliyordu. Balıkçılar ona “İskele Babası” diyordu.
Denizcilikte “iskele babası”, gemilerin bağlandığı güçlü demir kütleye verilen addır. Ama bu kasabada o terim, yalnızca teknik bir anlam taşımıyordu; aynı zamanda bir saygı ifadesiydi. Çünkü orada, herkes bilir: iskele babası, hem limanın koruyucusu hem de insanların hafızasıdır.
Kimi zaman dalgaların ağırlığını taşır, kimi zaman balıkçıların umudunu. Herkes ona bir şey emanet ederdi — kimisi halatını, kimisi dileğini.
Kaptan Cemil ve Deniz’in Dili
Hikâyemizin merkezinde iki karakter vardı: Kaptan Cemil ve eşi Ayşe. Cemil, kasabanın en deneyimli denizcisiydi. Sert görünüşlü, ama denizin her sesini anlayan bir adamdı. Ayşe ise sakin, dikkatli ve denizden çok insanları dinlemeyi bilen bir kadındı.
Cemil için iskele babası bir strateji simgesiydi. “Gemiyi bağladığın yer sağlam olmalı,” derdi. “Doğru yere bağlamazsan fırtınada her şey savrulur.” Onun dünyasında deniz, planlama ve denge gerektirirdi.
Ayşe içinse iskele babası, “dönüşün garantisiydi”. Her sabah Cemil’i uğurlarken o demire dokunur, içinden “Sağ salim dönsün” diye geçirirdi. O, iskele babasına sadece bir demir parçası olarak değil, bir dua noktası olarak bakardı.
Fırtına Gecesi ve Kaybolan Halat
Bir gece ansızın çıkan büyük bir fırtına, kasabanın bütün dengelerini altüst etti. Rüzgâr iskeleyi döverken, dalgalar babanın üzerine çarpıyor, her vuruşta deniz tuzu havada yanıyordu.
Cemil’in teknesi denizin ortasında savruluyordu. O sırada Ayşe, evin penceresinden limana bakıyor, dua ediyordu. Gözleri iskele babasındaydı. Halat kopmuş, tekne bağsız kalmıştı.
Sabaha karşı fırtına dindiğinde, kasaba halkı limana koştu. Cemil’in teknesi sürüklenmişti ama mucizevi şekilde, başka bir tekneye çarpıp durmuştu. O an herkes “Allah korudu” dedi ama Ayşe sadece sessizce iskele babasına baktı. Demir yerinden kopmuş, denizin içine gömülmüştü.
Yeni İskele Babası: Dayanıklılığın Sembolü
Kasaba o olaydan sonra yeni bir iskele babası yaptırmaya karar verdi. Bu defa daha güçlü, daha kalın, paslanmaz çelikten. Cemil, inşaatı bizzat yönetti. Her santimini ölçtü, her civatayı kontrol etti. Onun için bu, sadece bir yapı değil; bir strateji sınavıydı.
Ayşe ise yeni babanın dibine bir deniz kabuğu gömdü. “Eski babanın ruhu burada kalsın,” dedi. Bu küçük hareket, kasaba kadınlarının arasında bir gelenek başlattı: Her biri babanın altına bir dua, bir dilek veya bir hatıra koydu.
Erkekler gücü, kadınlar bağı temsil ediyordu; biri inşa ediyor, diğeri anlam veriyordu.
Toplumsal Bellek: Bir Nesilden Diğerine
Yıllar geçti. Liman büyüdü, tekneler değişti, insanlar göç etti. Ama “İskele Babası” hep orada kaldı. Her gelen kuşak, o demire kendi hikâyesini bağladı.
Bir gün genç bir mühendis, kasabaya yeni bir rıhtım yapmak için geldiğinde, eski babayı kaldırmak istedi. “Artık paslanmış, işlevini yitirmiş,” dedi.
O anda kasabanın yaşlı kadınlarından biri öne çıktı: “O demir, bizim hafızamız,” dedi. “İşlevini değil, hikâyesini ölç.”
Bu söz, forumda okuduğum birçok tartışmayı hatırlattı bana. Tarih, bazen bir taşın, bir demirin içinde saklanır. Onu kaldırmak, yalnızca geçmişi değil, insanların birbiriyle kurduğu bağı da sökmektir.
Erkeklerin ve Kadınların Bakışı: Farklı Yollar, Aynı Kıyı
Kaptan Cemil’in torunu bugün hâlâ aynı limanda çalışıyor. “Dedem denizi akılla, ninem kalple dinlerdi,” diyor.
Bu cümle, konunun özünü anlatıyor: Erkeklerin çözüm odaklı, stratejik düşünme biçimiyle; kadınların empatik, duygusal ve ilişki merkezli yaklaşımı birbirini tamamlıyor. İskele babası bu iki dünyanın kesişim noktası.
Belki de hayatın her alanında böyle: biri sağlam bağ kurmayı, diğeri o bağın anlamını hatırlatmayı biliyor.
Kültürel Yansıma: Denizden Gelen Öğüt
“İskele babası” ifadesi Türk deniz kültüründe sadece teknik bir kavram değil; sabır, direnç ve dönüşü temsil eden bir semboldür. Antik dönemden bugüne kadar denizci topluluklarda “bağlama noktası” her zaman kutsal kabul edilmiştir. Antik Yunan’da Poseidon’a, Osmanlı’da ise Hızır’a adanmış bu noktalar, insanların doğayla kurduğu dengenin sessiz tanıklarıdır.
Bugün bile birçok balıkçı limanında, iskele babasının üzerine nazarlık, dua yazısı ya da bir çocuk bezi parçası asılır. Bu, bilimin değil, inancın diliyle yazılmış bir koruma ritüelidir.
Son Söz: Bağ Kurmak, Koparmaktan Zordur
“İskele Babası” bir demir parçası değildir; insanların, doğayla ve birbirleriyle kurduğu görünmez bağın sembolüdür.
Bir gemi oraya bağlanmadan güvenle kalamaz. Bir insan da köklerine tutunmadan var olamaz.
Kaptan Cemil’in torunu her sabah işe giderken hâlâ o demire dokunur. “Bu bana dedemi hatırlatıyor,” der. Belki farkında değildir ama aslında hepimize bir şeyi hatırlatıyor:
Bağ kurmak, tamir etmekten daha değerlidir.
Kaynak olarak Türk Denizcilik Tarihi Arşivi (2022), Karadeniz Kültür Derlemeleri, ve Sözlü Tarih Görüşmeleri kullanılmıştır. Bu hikâye, hem yerel gözlemlerden hem de Anadolu’nun deniz geleneklerinden ilham alınarak kurgulanmıştır.